Anna Karanina benim uzun zamandır beklediğim filmlerden biri. Kitabını yıllar önce okuduğumda çok sevmemiştim. Ama filme büyük beklentilerle gittim. Yönetmeni Joe Wright'ı Pride and Prejudice ve Atonement'dan tanıyorum. İkisi de çok sevdiğim filmler. Keira Knightley'e eski zaman kıyafetleri içinde bayılıyorum. Matthew Macfadyen ve Jude Law da çok sevdiğim oyuncular. Vronski karakterinde açıkçası Jude Law yerine Aaron Taylor-Johnson diye birini görünce biraz hayal kırıklığına uğradım ama yine de benim için efsane olmaya aday bir filmdi.
Ancak malesef olmadı, sevemedim ben bu filmi. Bir kere filme verilmiş tiyatro havasındaki sahne geçişlerini sevmedim. Filme girmemi zorlaştırdı. Filmin ilk yarısı çok sıkıcı geldi bana. Gereksiz sahneler uzatılıp, gerekli sahneler aceleye getirilmiş sanki. Anna Karenina'nın o en başta herkesin hayran olduğu, güçlü kadın imajı da bana pek verilmemiş gibi geldi.
Genelde dönem filmlerinin dans sahnelerine bayılırım. Bunda da ortam, görsellik, kıyafetler hoşuma gitti. Ama dans türünden mi neyse artık bana bu dans çok tuhaf geldi. Maalesef Karenina ve Vronsky'nin aşklarının neredeyse başlangıcı olan bu sahneyi de sevemedim.
Sevdiğim nadir sahnelerden biri, Anna Karanina Vronsky'nin yarıştığı at yarışını izlerken, Vronsky düşünce, Vronsky'nin ismini haykırdığı sahne oldu.
Anna Karenina kitap olarak, Anna'nın iç dünyasına fazlasıyla girer. Anna; aşkı için kocasını, onurunu, toplumdaki yerini, arkadaşlarını en önemlisi oğlunu bırakır. Herkes tarafından dışlanır ve elinde kalan tek şey aşkı olur. Vronsky ise hayatına devam eder. Bir süre sonra Anna kıskançlık krizlerine girer, sürekli sorun çıkarmaya başlar. Vronsky ise yavaş yavaş bundan sıkılmaya başlar. Aslında kendi edebiyatımıza bakarsak Aşk-ı Memnu'yla çok büyük benzerlik taşır. Tolstoy, Anna karakteri için mükemmel bir ruhsal analiz sunar.Ben filmde bunu göremedim. Sonlara sıkıştırılmış birkaç kıskançlık krizi, birkaç kavga vardı. Ama hepsi sadece Anna'nın paranoyası gibi gösterilmiş. Anna'yı intihara sürükleyen olaylar çok hızlı geçilmiş. Ve sonunda Anna o raylara gittiğinde aslında aşkının ellerinden günden güne gittiğini gördüğü için gider. Anna aşkını canlı tutmak için elinden geleni yapar ama attığı her bir adımda daha çok bataklığa saplanır. En sonunda kendisini öldürerek Vronsky'nin içinde kendisini ölümsüz aşk yapmış olur. Ama ben filmde bunu hiç göremedim. Sonunda Anna'nın intiharından sonra Vronsky'e hiç değinilmemesi de eksik geldi bana. Çünkü kitapta insanı en mutlu eden şeylerden biri Anna'nın amacına ulaştığını görmekti.
Çok fazla uzatıp diğer karakterlere falan girmek istemiyorum. 7.1 imdp puanı olduğunu söyleyip kitaptan bir cümleyle sözlerimi sonlandırıyorum.
"Vronski Anna’ya, kopardığı solmuş bir çiçeğe, onda artık onu
koparmasının sebebi olan güzelliğini görmeden bakan bir insan gibi
bakıyordu."