14 Aralık 2012 Cuma

El Secreto de sus Ojos (Gözlerindeki Sır)



El Secreto de sus Ojos(The Secret in Their Eyes) ya da Türkçesi Gözlerindeki Sır 2009 yapımı Arjantin filmi. Oscar sahibi olduğunu da en baştan belirtelim. Bir film bu kadar mı güzel olur. Bu kadar mı etkileyici olur. Bazı filmler insana farklı bakış açısı katar ya bu film öyle bir film işte.


Baş kahramanımız Benjamin uzun yıllar adliyede çalıştıktan sonra emekli olur ve hayatı boyunca kendisini en çok etkileyen olayın romanını yazmaya karar verir. O zamanları aşkını, kayıplarını tekrar yaşayarak yeni şeyler keşfeder.


Aşk filmi deyip basite indirgemek istemiyorum filmi ama içinde çok hoş bir aşk hikayesi barındırır. Hatta iki çok büyük aşkı anlatır. Söylenmemiş sözler bakışlar filmin tam da adına uygun şekildeki gözlerdeki sır bu filmdir işte. 

Söylenmemiş sözleriyle bir ömür geçirir karakterlerimiz ve filmin en güzel repliklerinden biri gelir:

"...başka bir hayatta değildi. Bu hayattaydı. Bu hayattı. Şimdi şunu anlamak istiyorum. İnsan hayatı nasıl böyle boş yaşayabiliyor? Koca bir hayatı boş işlerle tüketmeyi nasıl beceriyoruz? Bunu nasıl yapıyoruz?"


Ayrıca da bu öyle bir film ki intikama, suça, idama bakış açınızı sorgulatıyor. 
"Lütfen söyle ona, hiç olmazsa bir kez konuşsun benimle..."

Imdb puanı fazlasıyla hakettiği bir 8.2dir. 





13 Aralık 2012 Perşembe

25th Hour (25. Saat)


2002 yapımı David Benioff'un aynı adlı romanında uyarlanmış bir Spike Lee filmi. Başrolde Edward Norton çok iyi bir Monty Brogan olmuş. Film biraz karanlık. Uyuşturucu satarak hayatta istediği her şeye sahip olmuş Monty'nin hapse girmeden bir gün önceki gününü anlatıyor.


Monty son gününü iki en yakın arkadaşı ve sevgilisiyle geçirirken içinde yaşadığı gelgitleri, ilişkilerini, karakterin baştan sona geldiği yeri gösteriyor bize.


Benim filmle ilgili en büyük sorunlarımdan biri Monty'nin sevgilisi Naturelle'i oynayan Rosario Dawson oldu. Yani hiç olmuş mu Edward Norton'ın yanına. Beğenemedim bir türlü kızı. 

Neyse filmin en güzel yerlerinden biri Edward Norton'ın aynada kendi kendisiyle olan monoluğuydu. Tam olarak kapana kısılmış bir insanın duygularının dışavurumu olmuş. Ancak o sahneye dair bir fotoğraf bulamadım.


 Filmin en can alıcı noktası ise hapishaneye girdiğinde kendisine tecavüz edilmesini engellemek için Monty'nin en yakın arkadaşı Frank'e kendini zorla dövdürmesiydi. Yakışıklılığından kurtulursa tecavüzden de kurtulabileceğini düşünmesiydi. 


Filmin yine hayal gücünüzle iki farklı tarafa çekebileceğiniz bir sonu var. Bu sonlardan mutlu olanda kitap değiştirilmiş çok da iyi olmuş. Kitaptan iyi tek yanı da bu olmuş. Ve tabii Edward Norton'ın olduğu bir film izlenir diyorum imdb puanının 7.8 olduğunu belirterek 25. Saat'i de hafızama kazıyorum.




Drive


2011 yapımı Ryan Goslingli Carey Mulliganlı Drive var bugün sırada. Ryan Gosling çok konuşmayan, yetenekli bir sürücüyü canlandırıyor. Drive ilginç bir film. Hangi türe koyacağını bilemiyor insan. Ryan Gosling olmasaydı sıkıcıdan başka yorum yapar mıydım bilemiyorum ama sevdim diyebilirim. Carey Mulligan ise çocuğunun babası hapiste olan Ryan Gosling'in komşusu Irene karakterini canlandırıyor. 

Drive da yine konuşmadan, tek kelime etmeden aşkı anlatan bir film. İçinde Carey ve Ryan'ın sadece bakışıp birbirlerine gülümsedikleri bir sahne var ki izlediğim en güzel bakışma sahnelerinden biri bence. Çok çok hoş bir sahne.


Filmin konusundan falan bahsetmeyeceğim zaten bana pek de bir konusu varmış gibi gelmedi. Biraz daldan dala atladı sanki. İçinde bolca kanlı canlı sahne var. Ryan'ın oynadığı karakter(filmde ismi yok pek konuşmadıkları için duyamadık.) Oldboy'a özenmiş sanırım çekiçle herkesi deşti.


Dediğim gibi film farklı bir film. O yüzden tam kesin net bir sonuç da vermiyor elimize. Hayal gücümüze bırakıyor birçok şeyi.


Ama bir Ryan Gosling Carey Mulligan severseniz ve değişik bir şeyler izlemek isterseniz Drive son zamanların en ilginç filmlerinden biri diyebiliriz. Son olarak imdb puanı da 7.9 dur kendisinin.



12 Aralık 2012 Çarşamba

One Day (Bir Gün)


One Day (2011) kitabından çok daha iyi olan nadir filmlerden. Jim Sturgess ve Anne Hathaway başrollerde. Bence çok hoş bir senaryosu var. İki ana karakterin 20 yılını, her seneden sadece 15 Temmuzlarını anlatıyor. Her ne kadar Jim Sturgess için izlesem de sevdim ben bu filmi. Karakterlerimiz üniversitedeki mezuniyet günlerinde ilk kez tanışıyorlar. Emma( Anne Hathaway) platonik olarak Dexter'a (Jim Sturgess) aşık. Ancak mezuniyetten sonra arkadaş olmaya karar veriyorlar. Ve yıllar yılı arada flörte dönüşebilen ama çoğu zaman arkadaşça kalan bir ilişki izletiyorlar bize.


Her yıl farklı bir tipte farklı bir hayatta birlikte büyümelerini izliyoruz. Kariyerlerini, çöküşlerini, yükselişlerini, üzüntülerini 20 yıl boyunca izliyoruz. Dexter daldan dala konan, ele avuca sığmayan, gözü sürekli farklı kadınlarda olan bir karakter. Emma ise yıllar yılı Dexter'ın olgunlaşmasını, değişmesini onun arkadaşı olarak sessiz sakin bekliyor.


Filmde beni en çok etkileyen şey hayat geçerken beraber olmadan kaybettikleri zaman oldu. Ayrıca en sinir bozucu kısmı da Dexter sonunda değiştiğinde ve düzgün bir hayat yaşamaya karar verdiğinde bunu Emma için değil başka bir kadına aşık olduğu için yapmasıydı. 

Ama Emma Dexter'ın tüm yaptıklarına rağmen Dexter'ın arkadaşı ve en büyük desteği olmaya devam eder. Evliliğinde, boşanmasında hep bekler Dexter'ı. 

Ve en sonunda (nihayet, çok şükür) Dexter'ın aklı başına gelir ve Emma'yı görür.

15 yıl falan bekledikten sonra sonunda çiftimiz kavuşur. Karakterlerin değişimi açısından da ilişkinin yıllara dağılmasından da gerçekçi bir film olmuş.

Imdb'den aldığı 6.7 gibi düşük bir puana rağmen bence aşk filmleri içinde izlenmeyi hakeden filmlerden biri One Day. Hiç olmadı kılıktan kılığa giren bir Jim Sturgess görmek için bile izlenir.(Bu sözüm kızlara tabi erkekseniz izlemeyin).




Equilibrium(İsyan)


2002 yapımı Equilibrium'da başrolde Christian Bale'i görüyoruz. Ben bu tarz distopya filmlerini çok seviyorum. Film gelecekte 3. Dünya Savaş'ından sonrasını anlatıyor. 3. Dünya Savaşı dünyada büyük yıkıma yol açmıştır ve hayatta kalan insanların devleti Libria yeni savaşları engellemek için insanların hissetmesini engelleyen bir ilaç icat eder ve vatandaşlarına bu ilacı düzenli olarak almayı emreder. İlacı kullanmayanlar yani  diğer bir deyişle hissedenler ölümle cezalandırılır. Preston (Christian Bale) da Libria için hissetme suçlularını yakalayan bir birimin en önemli askerlerinden biridir. 


Filmde Preston'ın hissetmeyen taraftan hisseden tarafa geçişini izliyoruz. Aslında filmin en etkileyici sahnelerinden biri Preston yeni hissetmeye başladığında Preston'ın hissedenlerin gizli bölmelerinden birinde Beethoven'ın 5. senfonisi eşliğindeki keşif bölümüydü. Ama o bölüme dair fotoğraf bulamadım.


Filmin sonlarına doğru ise Preston'ın isyancıların tarafına geçmesiyle bolca kesme biçme sahnesi görüyoruz.


Abartılı aksiyon sahneleri sevenler için oldukça doyurucu sahnelere sahip.

7.6 imdb puanı olduğunu belirtip hoş repliklerinden biriyle bitireyim sözlerimi.
"Duygular hakkında öğrenmen gereken ilk şey, bir bedeli olduğudur."

11 Aralık 2012 Salı

Bin-jip (3 Irons-Boş Ev)




2004 yapımı Güney Kore sinemasından Bin-jipi hafızamda ölümsüzleştiriyorum bugün. Aslında adını hep duyduğum ama bir türlü izleyesim gelmeyen filmlerden biriydi Bin-jip. En sonunda izlemek kısmet oldu. Filmi ben beğendim ama sıkıcı olmadığını söylersem yalan söylemiş olurum. Bin-jip izlerken sıkan ama sonrasında etkisinde kalınan filmlerden. Esas karakterlerimizden erkek olanın filmde tek bir tane bile repliği bulunmazken esas kızımızın da filmin en sonunda kurduğu iki cümle hariç repliği yok. Ama bu filmdeki naif aşkı anlatmaya engel değil.


Aşkın soyut bir duygu değil bazen somut gözle görünür bir şeye dönüşebileceğini gösteriyor sanki film. İçinde çok hoş ayrıntılar barındırıyor. Esas oğlanımız her gün başka bir boş evde yaşamını geçiriyor ve habersizce başkalarının evini kullanarak yaşamını sürdürüyor. Evlerini kullanma karşılığında evlerde tamirat yapıyor ve çamaşır yıkıyor. Bir gün kızımızın evine yolu düşüyor ve olaylar gelişiyor.



Romantik veya sanattan, şiirden çok anlayan biri değilim ve bu kurduğum cümle bana da tuhaf geliyor ama film bir şiirin filmi gibi sanki. Eğer bir şiir filme alınsaydı böyle bir şey olurdu diye düşünüyorum. Filmdeki en güzel ayrıntılardan biri ayrılmak zorunda kaldıklarında birbirlerinden habersiz gittikleri evlere düzenledikleri ziyaretler.


Sanırım Bin-jip hakkında bir şeyler yazıp bu fotoğrafı koymamak olmazdı. Her ne kadar zamanla her türlü facebook sayfasında çeşitli yorumlarla paylaşılan bir fotoğraf olsa da filmde ihaneti akla bile getirmeyen bir kavramı temsil ediyor.

Birisiyle hiç konuşmadan varlığını hissedebilmenin filmi belki de. Ayrıca filmin tek şarkısı olan Natacha Atlas'ın Gafsası da beynimize kazınıyor. Film bittikten sonra defalarca şarkıyı dinleme isteği uyanıyor insanda.


Ve de bunlardan başka Bin-jip ruh eşinin, birbirini tamamlamanın filmi diyorum ve imdb'de 8.0 puana sahip olduğunu belirterek sözlerime son veriyorum.

10 Aralık 2012 Pazartesi

Das Leben Der Anderen (The Lives of Others-Başkalarının Hayatı)


Das Leben der Anderen 2006 yapımı bir Alman filmi. İzlediğim en etkileyici filmlerden biri. Film 1984 Doğu Almanya'sında başlıyor. Stasa üyesi Yüzbaşı Wiesler'e Oyun yazarı Georg Dryman'ı dinlemesi için görev verilmesiyle Wiesler'in değişimini izletir bize. Film görevi söz konusu olunca hiç taviz vermeyecek, karşı görüşteki hiç kimseye merhamet etmeyecek bir adamın başka birinin hayatına girdikçe onun da tüm görüşlerin her şeyin ötesinde bir insan olduğunu anlamasının hikayesi bence. Zamanla onu sevmesi, benimsemesi çok çok iyi işlenmiş.


Filmin en hoş sahnelerinden biri de Wiesler'in Dryman'dan duyup evinden aldığı kitabı okumasıdır. Zamanla dinlediği adamın hayatını kolaylaştırmak, düzeltmek için yaptığı küçük dokunuşlar kısacası film baştan sona insanın içinde bir yerlere dokunur.


Ana hikayesinin ötesinde içinde hoş bir aşk hikayesi de barındırır. Son sahnelerinden birinde kendisini ihbar eden sevgilisi ölmek üzereyken Dryman'ın gelip özür dilemesi beni çok etkiledi. 

Filmin başından sonuna tüm detayları etkileyici ama bazı filmler sondaki tek bir sahne tek bir cümle için bile izlenmeyi hakeder. Das Leben der Anderen işte o filmlerin en güzel örneklerinden. En sonunda hafızamıza unutulmaz bir sahne ve unutulmaz bir replik hediye ediyor. Bu yazıları yıllar sonra izlediğim filmleri unutmamak için yazıyorum. O yüzden bu replik yazılmadan bu film tamam olmaz diyorum ve sözlerime "nein, das ist für mich" diyerek son veriyorum. Ve bu kez gerçekten son olarak imdb puanı hakettiği bir 8.5 .